27 Haziran 2014 Cuma

YCHP den Yeni Osmanlıya - Tünay Süer

YCHP den Yeni Osmanlıya - Tünay Süer
Kılıçdaroğlu birçok bakımdan beni hayal kırıklığına uğrattı. Bürokrasiden geldiği için henüz politikaya adapte olamadı diyerek şahsen hep iyi niyetler besledim.
Yanlış politikalarının arkasında durarak kimseye aleyhte söz söyletmemeye çalıştım.
Türkiye adım adım çağın gerisine sürüklenirken sessiz kalmasına, örgütün ve halktan büyük bir kesimin tepkisine rağmen yeni anayasa çalışmalarına katılmasına, Kürt açılımını desteklemesine yine iyi olumlu yönlerden bakmaya çalıştım.
Zaman içerisinde ne yapmak istediğini ne ben, ne de bazı arkadaşlarımız anlayamamıştık.
CHP ideolojisine aykırı beyanlar, her kesimi kucaklama adına CHP ile uzaktan yakından ilgisi olmayan kişileri milletvekili yapması, parti içinde önemli konumlara getirmesi meğer hepsi bir projenin parçalarıymış.
Ve ne yazık ki, davullarla, zurnalarla, halaylarla genel başkan yaptığımız, umut bağladığımız, sevdiğimiz, saydığımız kişinin bizlerden birilerini yönetimlere getirmemesinin, ulusalcı kesimi dışlamasının meğer sebepleri varmış.  (Uyandık uyanmasına da, biraz geç uyandık…)                             
                                                    ***
Cumhurbaşkanlığı seçimi için MHP ile ortak aday çıkartma kararı hepimizi sevindirdi. Bunu yerel seçimler için de çok kez dile getirdik ama dinletememiştik.
Yalova seçimlerinde gördük ki Atatürk çizgisinde olan partilerle birleşince seçim kazanılıyormuş. Bu güzel bir örnekti.
Yine öyle olacak sandık…
KIlıçdaroğlu,  STK ları, partileri dolaştı onların görüşlerini dinledi.
O dolaşırken, bizler yanlış politikaların üzerine sünger çekip, yine umutla Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet’in başına geçecek bir aday ismi bekledik.
Adayın açıklanması ile de umutlarımızın boş hayaller olduğunu anlamış olduk.
Neden mi?
Sn.Kılıçdaroğlu başbakana diktatör derken kendisi de aynı yolu seçti.
Sadece kendisinin ve bir iki milletvekilinin bildiği adayı, gerek kamuoyundan, gerek örgütten, gerekse partinin milletvekillerinden sır gibi saklayarak emrivaki ile dayattı bizlere.
Biz neyiz?
Koyun muyuz?
Sn. Kılıçdaroğlu’nun Demokrasiden, parti içi özgürlükten söz etmeye hakkı yoktur artık.
Bu bir dayatmaca, bu Erdoğan’ı aratmayacak bir diktadır.
Bundan ötürü 26 yıldan fazla partiye emek veren bir emekçi olarak kendisini şiddetle kınıyorum.
                                            ***
Bizlerin tepkisine “‘Partiye genel başkan seçmiyoruz ki?’ diye yanıt vermesini de talihsiz bir beyan olarak görmekteyim.
 CHP Eskişehir Milletvekili Sn.Süheyl Batum’un sözlerine katılmamak mümkün mü?
“Şimdi bir partinin genel başkanını siyasal İslamcı da seçebilirsin. Farketmez. Çünkü o devleti yönetecek değil. Ama burada doğrudan doğruya o devleti yönetecek kişiyi seçiyorsun. Rektörleri atayacak,  yargıçları atayacak, kanunları imzalayacak biri oturtuyorsun başına. Ve oturturken siyasal İslam’dan başka hiçbir özelliği olmayan bir adam
getiriyorsun. Harika olabilir bu adam. Ama siyasal İslamcı. Bugüne kadar ne diyorduk; ‘Arkadaşlar bunlar dini kullanıyor, siyasal İslam’ı kullanıyor. Böyle siyaset yapılmaz’ diyorduk. Şimdi ne demiş oluyoruz biz; ‘Yok ya yalan söyledik biz. İktidarı elde etmek için rahatlıkla siyasal İslam kullanılabilirmiş.” Dolayısıyla biz buna karşı çıkıyoruz.
                                              ***
Çatı adayı Prof.Dr Ekmeleddin beyi araştırdığımızda: çağdaş, laik bir bilim adamı mıdır, yoksa Recme karşı çıkmayan, çıkamayan bir Osmanlı hayranı mıdır anlayamadık. Çünkü kendisini hiç tanımıyoruz. Tarihçi yazar Sinan Meydan tüm kitaplarını okuyarak yaptığı araştırmanın neticesinde şu özeti çıkartmış.
1.   Laikliğe aykırı görüşlere sahiptir.
2.   Ilımlı İslam Devleti’nden yanadır.
3.   Yeni Osmanlıcı’dır
4.   Hilafetçidir.
5.   Jön Türk mirasından rahatsızdır.
6.   Cumhuriyetin “mazi” ile köklerimizi kopardığına inanmaktadır.
7.   Dil devrimine karşıdır.
8.   Atatürk’ü Hilafetçi göstermiştir.
                                                      ***
Sayın Kılıçdaroğlu’na sesleniyor ve soruyorum:
1_Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olacağı ve zamanı belli iken neden bir Atatürkçü, onun eserlerine, devrimlerine sahip çıkacak bir cumhurbaşkanı adayı hazırlamadınız Sayın Kılıçdaroğlu?
2- CHP içinde bu değerlere sahip hiç mi bir milletvekilimiz veya ülkemizde değerli bir başka kişi yoktu?
3- Erdoğan’ı ona benzer bir görüşte olan, Osmanlıyı benimsemiş, Atatürk için “o mesele”  diyen Ata’mızı Napolyon ve Washington ile aynı kefeye koymaya kalkan bir kişiyi neden önümüze getirdiniz?
Erdoğan’dan kibar ve daha tahsilli olduğu için mi?
4-  Sn. Gül’ de Erdoğan’dan daha tahsilli ve kibar ama Çankaya noteri denildi kendisine değil mi?
5- Hilafet arzusu ile yanıp tutuşan ve ülkemizi bu hale getiren başbakan seçilemediği takdirde meclisteki çoğunluğu ile bir gecede istediği yasayı çıkartıp amacına ulaşmayacağı garantisini verebiliyor musunuz?
6- Neye, kime güvenerek bu adayı öne attınız açıkça merak etmekteyiz!
7-Her türlü riski aldığınızı söylüyorsunuz. Bu risk devlet adına, geleceğimiz adınadır. Halkınıza, örgütünüze sormadan bunu yapmaya hakkınız var mıdır?
                                                  ***
Bana gelince; seçimi şimdiden kaybedeceğimizi bilerekten (İst.Mustafa Sarıgül gibi) siyasi etik olarak tüm tepkilerime karşın göstermiş olduğunuz beyefendiye istemeden oy vereceğim.
Bu seçimler için çatıadayımıza oy vermeyen AKP ye hizmet eder dediğiniz tehditleriniz için değil, seçim sonunda oy vermediler ondan kaybettik mağduriyetini yaşatmamak oy vereceğim.
Peki, Sn.Kılıçdaroğlu: bizler oy vereceğiz de yerel seçimler hezimetinden sonra, adayınızın kaybetmesi durumunda siz de istifa edecek misiniz acaba?

27 Haziran 2014 
Tünay Süer

26 Haziran 2014 Perşembe

Sayın Baykal ve Baykalcılar - Gündüz Akgül

Sayın Baykal ve Baykalcılar - Gündüz Akgül
Bence, Sayın Baykal mevcut liderler içinde en donanımlı, politikayı en iyi bilen, ulusalcı, liderliğe yakışır fiziği ve konuşmasıyla en iyisidir.
Peki, bu olumlu niteliklerine karşın, yurttaşlar neden Sayın Baykal’ı liderlikte benimsemediler ve iktidar yapmadılar.
Sayın Baykal’ın kabul görmemesinin nedeni, hizbe (klik) çok önem vermesi, parti içinde Baykalcı olmayanları sürekli dışlaması ve olanak tanımaması, partiyi büyütüp iktidara taşımak yerine küçük olsun benim olsun politikasını gütmesidir.
50 yılı aşkın CHP seçmeni ve 16 yıldır CHP üyesi ve delegesi olarak, Sayın Baykal hakkında benimde düşüncem böyledir. Çünkü yaşayarak gördüm.
Cumhurbaşkanı çatı adayı olarak CHP-MHP tarafından adlandırılan Ekmeleddin İhsanoğlu, tüm demokrat ve aydınların içine sinmemektedir.
İhsanoğlu’nun adının gündeme alındığı günden beri üç yazı yazdım. Tümünde bu adayın içime sinmediğini, ancak demokrat kesim tarafından diğer bir aday gösterilmediği, Başbakan ile İhsanoğlu iki aday olarak seçime girdikleri takdirde, Başbakanın Cumhurbaşkanı seçilmesi halinde ülkeyi nerelere götüreceğini kesin olarak bildiğimiz için İhsanoğlu’nu desteklememiz gerektiğini belirtim.
Bu düşüncem nedeniyle bazı dostlarca eleştirildimse de, genelde olumlu tepkiler aldım.
Sayın Baykal şu anda milletvekilidir. TBMM’de 20 milletvekili bulup arzuladığı ve bizlerinde desteğini alacak bir aday belirlemesi yerine, gerek partisini, gerekse çatı adayını eleştirerek, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a Cumhurbaşkanı yolunu açmayı tercih etmektedir.
Bu tavrı, Sayın Zülfü Livaneli’nin 24.07.2007 tarihli Vatan Gazetesindeki köşesinde, 19 Aralık 2002 tarihinde Mehmet Sevigen’in evinde yapılan toplantıda Baykal tarafından, Erdoğan’a milletvekilli ve Başbakan olma yolunun nasıl açıldığını anlatan makalesini anımsattı.
Ayrıca, tümü Baykalcı olmakla ün yapmış eski CHP milletvekilleri, çatı adaya karşı bildiri yayımlamayı uygun görerek, Sayın Baykal’ı yalnız bırakmamayı tercih etmişlerdir.
Bildiri yayınlayan bu milletvekillerin tümünün hala meclis içinde tanıdıkları milletvekilleri olduğu gibi diğer bir aday için imza atacak CHP içindeki ulusalcı milletvekilleri de hazır varken, bu yolu seçip 20 imza sağlamak ve oy verebileceğimiz bir aday saptamak yerine, çatı aday aleyhine bildiri yayınlamalarını eski Baykalcı hayranlıklarına yoruyor ve Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu yıpratma çabası olarak görüyorum.
Diğer yandan, Türkiye’nin yüz akı olan aydın, kalemini satmayan her koşulda dik durmasını bilen, bu güne kadar Erdoğan politikalarının ülkeyi nereye götüreceği konusunda yurttaşları bilinçlendirmeye çalışan birçok yazar dostun, TBMM de çokça tanıdığı milletvekili olduğu halde bunları devreye sokarak 20 imza ile içimize sineceği bir aday çıkarmaları gerekirken, adeta Erdoğan’ın seçilmesini ister! gibi Ekmeleddin İhsanoğlu’nu acımasızca eleştirmelerini gerçekten anlamış değilim.
Umarım bu tavırlar, gerek Baykalcılara, gerek dost yazarlara ileride “yetmez ama evet” diyenlerin pişmanlığını yaşatmayacak.
Son söz;
Recep Tayyip Erdoğan ve Ekmeleddin İhsanoğlu için “Ha Ali-Veli, ha Veli-Ali” diyenlere biraz insaf diyorum.

26.06.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

25 Haziran 2014 Çarşamba

Yurttaşlık Hakkımı Arıyorum - Gündüz Akgül

AKP, yaklaşık 12 yıldır iktidar…
Bu sürenin 11 yılında iktidarını bu gün suçladığı paralel ile paylaştı…
Tüm kamu kurumları birlikte yandaş hale getirildi…
Taraf olmayanlar, bertaraf edildi…
Yargı, yasalarla yürütme emrine alınmaya çalışıldı…
Yetkililerin kimi benden, kimi senden olsun diye üleşildi…
Şanlı Türk ordusunu birlikte yerle bir ettiler…
Kanıtlar, sahteliği raporlarla meydana çıkan dijital belgeler, gizli tanıklardı…
Ortak hakkında yayınlanmamış kitap yazanın kitabını bombaya benzetildi…
Ortaklık bozulunca bu kitabı yazanın tutuklanması eleştirildi…
Gel zaman, git zaman hesaplar tutmadı…
Ülkeyi sen mi? Ben mi? Yöneteceğiz sorunları çıktı…
Birde ne görelim, yolsuzluk görüntüleri kasalar, dolarlar, ses tapeleri…
Ortalığı toza, dumana buladı…
Paralel çetenin orduya kumpas yaptığı savlandı…
Ortaktan yakınmalar (şikâyet) başladı…
Açıkça, “Ne istediniz de vermedik?” diye önceki ortaklık açığa vuruldu…
Ortak haşhaşi, çete, paralel, oluverdi…
Bu nitelikleri taşıyan ortağın, ana muhalefetle işbirliği içinde olduğu ve iktidarı yıkmayı amaçladıkları, alanlarda, salonlarda, grupta bağıra, çağıra dile getirildi ve getirilmeye devam ediliyor…
Ceza Yargılaması Yasasında, işlene suç yakınmaya bağlı ise soruşturulması yakınanın başvuruşu, resen (doğrudan)  soruşturulan suçlardan ise doğrudan Cumhuriyet Savcısının harekete geçmesi ile soruşturulmaktadır.
Sayın Başbakanın, her platformda dile getirdiği, “Pensilvanya ile ana muhalefet hükümeti yıkmak için işbirliği yapmışlar” suçu ile “Orduya kumpas kuruldu” suçu, resen kovuşturulması gereken suçlardandır…
Türkiye Cumhuriyetinin bir yurttaşı olarak;
Bu konuda Cumhuriyet Savcılarını göreve çağırıyorum…
 Başbakanı, bu konudaki tüm kanıtları Cumhuriyet Savcılarına vermeye davet ediyorum…
Başbakanı, Ordu aleyhine açılan davalarda (Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk) kumpas kuran, bu kumpası uygulayan tüm yetkilileri kanıtlarıyla birlikte Cumhuriyet Savcılığına bildirmeye davet ediyorum...
Cumhuriyet Savcılarından, bu suçları işleyenler kim olursa olsun soruşturmalarını istiyorum…
Bunları yapmadığı takdirde, üyesi bulunduğum ana muhalefet partisini Pensilvanya ile ortaklık kurarak hükümeti yıkmaya çalışmakla suçlayan Başbakan, müfteri (iftira atan kişi) olarak ilan ediyorum…
Bu istekler benim yurttaşlık haklarımdır…
Haklarıma sahip çıkmaya da yasal hakkım vardır.

25.06.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet Savcısı

23 Haziran 2014 Pazartesi

Düşüncesini Korkmadan Söyleyebilmek - Gündüz Akgül

Düşüncesini Korkmadan Söyleyebilmek - Gündüz Akgül
Sende mi Brütüs? Diyen dostların nitelendirmesinden korkmuyorum.
Çünkü…
-Laik Türkiye Cumhuriyetini her koşulda savunduğumdan…
-Yurtsever olduğumdan…
-Ulusalcılığımdan…
-Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimlerini içten benimsediğimden…
-Acı olsa bile doğruyu her zaman savunmaktan…
-Zamana göre düşünce değiştirip çark edenlerden nefret ettiğimden…
Asla şüphem yoktur.
Durup dururken bunlar nerden çıktı dediğinizi duyar gibi oluyorum…
CHP-MHP Cumhurbaşkanlığı çatı adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adının açıklanmasından sonra, “Gözümüz Aydın” başlıklı yazımla, nedenlerini belirterek bu adayın içime sinmediğini yazmıştım…
Üç gün sonra,  adaya itiraz edenlerin, benim düşüncemde olanların içine sinebileceği bir aday çıkarmamaları ve olayın en kolay yanı olan acımasızca eleştiri silahını kullanmalarını da akıllı bir yol bulmadığım için “Tüm Ulusalcılara ve Aydınlara çağrımdır”, başlıklı yazımla, yine aday hakkındaki çekincelerimi de belirterek, adaylığı kesinleştiği ve başka aday çıkarılmadığı takdirde AKP adayı karşında desteklememiz gerektiğini belirtmiştim…
Bu yazıdan sonra beni çok yakında tanıyan dostlar, azda olsa bir kaçı kınama ve çark etme savları ile eleştirmişti…
Yazımı okuyan birçok dosttan ise olumlu yanıt ve destek almıştım…
Aradan beş gün geçti, hala benim gibi düşünenlere laiklik, Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkma, ulusalcı ve dik durma dersi vermeye çalışan aydınların, eleştirilerinin dozunu arttırarak ve “aklın yolu birdir” özdeyişini göz ardı ederek yoluna devam ettiklerini görüyorum…
Ancak bunun yanında sevindirici olan, aydınların büyük çoğunluğunun olaya duygusal değil akılla yaklaşarak, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığının neden desteklenmesi gerektiğini açık bir şekilde gerekçeleriyle açıklamalarıdır…
İtiraz eden dostlara bazı sorularım olacaktır…
-Türkiye Müslüman ve laik bir ülkedir. Bence inanmış bir dindar olan Ekmeleddin İhsanoğlu, sizce köktendinci bir aday mıdır?
-Müslüman bir ülkede laikliği benimsemiş gerçek dindarlara saygı gösterilmesi her aydının görevi değil midir?
-Çatı adayın, 12 yıldır iktidarda olan ve ülkeyi nerelere götürmeye çalıştığı hepimizce bilinen, AKP’nin göstereceği adaydan her koşulda daha iyi olacağını kabul ediyor musunuz? Etmiyor musunuz?
-Eğer yanıtınız, “etmiyoruz” ise bizleri ikna edecek gerekçeniz nedir? Çünkü gerçek durum karşısında öne sürdükleriniz pek inandırıcı gelmiyor…
-Çatı adayı kabul etmediğinize göre, yeni bir aday çıkarmadan acımasız eleştirilerinizle AKP adayının ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında mısınız? Değil misiniz?
Beyler,
Tüm aydınların ve ulusalcıların ortak noktası ve rehberi olan büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk, eğer aklın yolunu seçip, devrimleri gerçekleştirdiği kuruluş aşamasında, Kurtuluş Savaşının birçok kahraman komutanı (Kazım Karabekir, Rauf Orbay; Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele) dâhil kendisini terk edenlerle yola çıkmasaydı Kurtuluş Savaşı yengi (zafer) ile sonuçlanabilir miydi?
Sevgili dostlar,
Düşüncelerimi, hiç korkmadan, sağa sola bükmeden tekrarlamak gereğini duydum…
Sizleri tekrardan birlikteliğe, duygu ile değil akılla hareket etmeye davet ediyorum…
Uyarsınız, uymazsınız takdir sizin…
Gemi batarsa hepimiz içinde olacağız…

23.06.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet savcısı

21 Haziran 2014 Cumartesi

Kendimi ihanete uğramış hissediyorum! - Tünay Süer

Kendimi ihanete uğramış hissediyorum! - Tünay Süer
Düşünebiliyor musunuz, ömrünüzün neredeyse yarısını vererek bir nefer gibi çalıştığınız, aman iktidara taşıyayım diye maddi manevi fedakârlık yaptığınız kurumun başına birileri gelecek, hem seni dışlayacak hem de partinin rotayı değiştirecek.
Hayal kırıklığı yaşamakta ve kahrolmaktayım.
Kılıçdaroğlu’na altın tepside genel başkanlık sunulduğu o kurultaydaydım.
Baykal’ın kaset olayı ile onurlu bir şekilde istifasından sonra içimiz buruk, biraz kızgın, biraz şaşkındık. Yeni bir liderle umutlanmış, ona inanmış, gönül bağlayıp destek vermiştik.
Kurultaydaki konuşması, Ecevit kasketi takması, vaatleri ile üzgün, âdeta yıkılmış tüm örgütün gönlünde taht kurmuştu.
Bu sevincimiz fazla uzun sürmedi.
                                                                 ***
CHP’nin başına YENİ ilave edilmesi ile ve kongrelerde ulusalcı emektarların partiden uzaklaşmalarına yol açacak şekilde delege yapılmamaları ile adeta bir yumruk yemiş olduk.
O sıralarda Baykal ve döneminde olan yöneticilerin partinin ideolojisinden uzaklaştığı eleştirilerine birçok kişi gibi neredeyse kendimde inanmak üzereydim.
Baykal ve ekibi çekemiyor, Baykal geri dönmek için çabalıyor gibi.
Bu sözlerin yandaş basında ve örgüt içindeki yeni üyeler arasında yayılması ile örgütte çatırdamalar da başlamıştı.
Aklıselim her üye, CHP ye gönül vermiş gerçekleri yavaş yavaş gören halk ve de parti emektarları çileden çıkmaya başlamışlardı.
Toplum ve örgüt, Baykal’ın doğru tespitleri çarpıtarak yanlış yönlendiriliyordu aslında.
Baykal gibi kurt bir siyasetçi, devlet adamı niteliklerinin tümüne sahip ve kapanmış CHP yi yeniden var eden bir lider, olacakları önceden sezinlemiş ve örgütü uyarmıştı defalarca.
Baykal döneminde CHP’nin iktidar olamamasını çoğu kişi ona bağlamıştı. Aslı böyle miydi, elbette değil.
Baykal’ı gözden ve genel başkanlıktan düşürmek, CHP’nin iktidar olmasının önünü kesmek hep okyanus ötesi, ABD, Pentagon projesiydi.
Bunu anlayamamıştık!
BOP projesinin işlemesi için CHP ‘i etkisizleştirmek hatta yok etmek gerekliydi.
Türkiye’yi bölmek, parçalamak içinse önce Baykal sonra CHP bitirilmeliydi.
Çünkü CHP demek Atatürk ve onun tartışılmaz ilkeleriydi.( Bağımsızlık, özgürlük ve laik cumhuriyet.)
Amerika Baykallı CHP’ i iktidar yapmak için elinden geleni ardına koymuyordu. 
Baykal 1 Mart tezkeresi ile Amerika tarafından tamamen tu kaka ilan edilmiş ve sonunda kaset olayı ile indirilmiştir.
Daha sonra hepimizin bildiği gibi Kılıçdaroğlu ve ekibi CHP’ye getirilmiştir. Bu sözler basında defalarca yazıldığı halde inanmamış, inanmak istememiştim.
Milletvekili seçimlerinden başlayarak bir dolu hatalar gözlemledik.
Özeleştiri yaptık ve yeterince partimize söz getirmemeye çalıştık.
                                                        ***
Türkiye’nin bugünlere gelmesinde parti yönetimimizin gözle görülür hatalar yapması partiye gönül verenleri çileden çıkartırken, biz emektarları da inanın  kahrediyor.
Ne yazık ki başına YENİ konulan CHP, Atatürk’ün işaret ettiği aydınlık ufuklara yol alacağına istenmeyen politikaları ile adeta iktidarın önünü açmış ve açmaktadır.
CHP li milletvekillerinden bazılarının basına yansıyan sözleri bizleri yaralasa da dışa dönük olarak şahsi fikirleridir diyerek devamlı mücadele verdik. Partimize ve üst kurullarımıza söz getirmemeye çalıştık.
Oysa söylenenler yenilir yutulur cinsten değildi.
Atatürk İlke ve Devrimlerinin Bekçiliğini yapmam. [Sena Kaleli
Altı oktan ikisini kaldır at. [Binnaz Toprak]
Tekke ve zaviyeler açılmalıdır. [Bülent Kuşoğlu]
Fettullah örnek alınacak insan. Gülen cemaati Türkiye'nin büyük gelecek projesidir. Fettullah bilgedir. İlgi ile takip ediyoruz. [Muhammed Çakmak]
Kürdistan kurulmalıdır. [Şafak Pavey}
10.yıl marşı artık eskidi. Yenilenmeli. Parti içi demokrasi çok fazla! Hala ANAP'lıyım. [Faik Tünay]
Bunlar sadece birkaç örnektir.
Genel Başkanımızdan da birkaç örnek verirsek;
“Siyaset yapmayan tarikatlara ve cemaatlere saygılıyım”
“Bu ülkenin birliği, bütünlüğü konusunda hiçbir endişem yok”
Tunceli'nin adının Dersim olması yönünde söyledikleri.
Özerklik talebine destek vermesi.
Anayasa'nın 66. maddesinde yer alan "Türklük" ifadesinin yerine "Yurttaşlık" önerilmesi.
Oslo anlaşmalarını kabul etmesi gibi yüzlerce söz sayabilirim.
Bu sözler cumhuriyeti kuran bir partinin hiçbir bireyine yakışmayan, CHP ideolojisine tamamen ters düşen sözlerdir.
Kılıçdaroğlu dün(20Haziran 2014) Diyarbakır’da Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi'nin düzenlediği "TİGRİS Diyalogları" toplantısında;
“Bizi hala 1930’ların CHP’si gibi görmeyin. Dünya değişiyor, biz de değişiyoruz. Demokrasi ve özgürlüğü savunuyoruz dedi.
Bunu başbakan da sık sık söyler…
İkisinin de unuttukları veya bilerek söylemedikleri, bu ülkeye demokrasi ve özgürlüğü Atatürk’ün getirdiğidir.
Oysa o yıllar Atatürk devrimlerinin gurur duyulacak yıllarıydı. Medeni Kanun ile kadın-erkek eşitliği, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi, Eğitim ve Kültür Alanındaki İnkılaplar,
Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun Kabulü vb.
Kurtuluş Savaşı vermiş yoksul bir ülkenin Ümmetçi devlet anlayışından ulusçu devlet anlayışına geçmesi, tarım, sanayi, Bayındırlık ve sağlık, Ulaşım, Çağdaş ve milli bir kültürel alanlarda yapılan reformlar, daha aklıma gelmeyen niceleri yetmiyor mu?
Kendi uçağımızı yapıyorduk, fabrikalar kuruyorduk.
Bundan ötürü o yılları küçümsemek kimsenin haddi değildir. Bugün babamızın belli olmasını da o yüce önderimize borçluyuzdur.
Ha, o yıllarda yapılan Kürt Sait isyanlarını, Menemen olaylarını da unutmamak gerekir tabi…
                                                                ***
Sözü fazla uzatmak istemeden Cumhurbaşkanlığı için CHP ve MHP ‘nin ortak açıkladıkları aday adayına değinmek istiyorum.
Ekmeleddin İhsanoğlu' Atatürk cumhuriyetine gönül verenleri, sol ve sosyal demokrat kesimleri, cumhuriyete gönül verip de merkez sağda görev yapanları kucaklayabilecek bir kişiliğe sahip midir?
Tanımadığımız, ismini zor telaffuz ettiğimiz bu zat kimdir diye incelediğimizde Recep Tayyip Erdoğan’ı sandıkta yenebilecek birisi olmadığını ve onunla aynı yolda olan bir kişi olarak görüyoruz.
Verdiği bir beyanatta “Fransa için Napolyon ne ise, Amerika için Washington ne ise Türkiye için de Atatürk o dur” demesi Atatürk ve onun devrimlerine ne kadar lakayt olduğunu göstermiştir.
Erdoğan’ı sandıkta yenecek düşüncesi ve aday yapılması bence halkı aldatmaktan başka bir şey değildir.
Çok ödül almış olması, dünyada tanınan bir kişi olması beni ilgilendirmiyor. Türkiye onu tanımıyor ve o Türk halkını tanımıyor.
Cumhurbaşkanı Gül’ün yakın tanıdığı ve yükselişinde katkısı olan bir kişi. AKP ye yakınlığı biliniyor.
 Cumhuriyeti ve Atatürk devrimlerini hazmedemeyip Mısır’a kaçmış bir babanın oğlu olarak orada doğmuş, Türk kültürünü küçük yaşta aile çevresinden öğrenmiş(!) Arapçayı Türkçeden iyi konuşan, Ayn Şems Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Mısır’ın en güçlü siyasi hareketi “Müslüman Kardeşler”le özdeşleşmiş filan, falan bir insanın benim cumhurbaşkanım olmasını içime sindiremem.
CHP tepki olacağını bilerekten böyle bir adayı neden çıkarttı düşünüyorum.2 sene önceden halkın sevebileceği ve güvenebileceği bir adayı neden hazırlamadı? Yumurta kapıya dayanınca mı aklı başına geldi yoksa bu bir projenin sonucu mudur?
STK lar ve haklın büyük bölümü ayakta tepki gösteriyor ve böyle bir adayı asla desteklemeyeceklerini söylüyorlar.
 Parti meclisinden, milletvekillerinden, örgütten sır gibi saklanarak ortaya çıkartılan bu adayı desteklemeyenleri vatan haini gibi göstermeye kalkmak, milletvekillerine konuşma yasağı getirme ve dayatma YCHP’ in içinde dikta rejiminin başladığını gösteriyor. AKP sayesinde bölünen Türk halkı şimdi Kılıçdaroğlu sayesinde bir kez daha bölünüyor. Yazık!

 Geç gelen adalete adalet demem ben. Sahte Balyoz davasından Özgürlüklerine kavuşan tüm kahramanlarımıza ve ailelerine geçmiş olsun diyorum, gönülden sevgi ve saygılarımı gönderiyorum. Bir dahaki yazım onlar için olacaktır.,

Tünay Süer

19 Haziran 2014 Perşembe

Tüm Ulusalcılara ve Aydınlara Çağrımdır - Gündüz Akgül

Tüm Ulusalcılara ve Aydınlara Çağrımdır…
Oy kullanma yaşına geldiğimden beri CHP seçmeniyim.
Emekli olduğum günden bu yana CHP üyesi ve delegesiyim…
Ulusalcıyım…
Her koşulda, ATATÜRK ilke ve devrimlerini savunurum…
Cumhurbaşkanı çatı adayı hakkında sesini yükselten ulusalcıları, aydınları ve Alevi önderlerini haklı görüyorum.
Çatı adayın açıklandığı İlk gün “Gözümüz Aydın” başlıklı yazımla bende tepkimi dile getirdim…
Sayın Ekmeleddin İhsanoğlu’nun adaylığı içime siniyor mu?..
Hayır…
Çünkü…
-Atatürkçü…
-Her koşulda laik cumhuriyeti savunan…
-Laikliği kırmızıçizgisi gören…
-Yurttaşları, ırk ve mezheplerine göre ayrıştırmayan…
Niteliklerin hepsine sahip olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığım gibi tam emin değilim…
O zaman çağrımın nedenini açıklamak durumundayım…
CHP  içindeki ulusalcı milletvekillerinin yeni bir adayla ortaya çıkma istekleri, yıllardan beri sosyal demokratların zarar gördükleri ve seçimlerde yenilgilerine neden olan oy bölmesinden başka bir işe yaramadığını düşünüyorum...
CHP  ve MHP tarafından ayrı ayrı çıkarılacak parti adaylarının seçilme şansı olmadığını görüyorum…
Gerek çatı adayı, gerekse başka bir aday, siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının uzlaşmasıyla Cumhurbaşkanlığına seçildiğinde, her haliyle ülkeyi fiili başkanlık sistemiyle, diktatörlüğe ve felakete götürecek Recep Tayyip Erdoğan’dan daha iyi olacağı gerçeğini de görüyorum…
Çatı adayın, adaylığı kesinleştiği takdirde;
Önümüzde iki seçenek var…
Birincisi, çatı adayını desteklemeyerek, ülkeyi nerelere götüreceğini 12 yıllık uygulamalarıyla açık ve net bildiğimiz Recep Tayyip Erdoğan’ın adaylığını kabul ederek, olacaklara ortak olup sorumluluğunu yüklenmek…
İkincisi, Çatı adayın adaylığı kesinleştiği takdirde, kerhen de (istemeyerek) olsa ona oy vermede birleşerek,  ülkemiz ve laik Cumhuriyet rejimimiz için Erdoğan’dan kurtulmak…
Şu bilinmelidir ki;  
-Çatı adaya oy vermeyeceğini söylemek…
-Başka bir aday arayışına girmek…
-Protesto anlamında sandığa gitmemek…
Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesine katkıda bulunmak demektir.
Çağrım şudur…
Öncelikle propaganda döneminde Çatı adayın düşüncelerini öğrenmek…
Olumsuz yanlarının yanında, olumlu yanlarını da masaya yatırarak…
Ve…
Bağrımıza taş basarak, kerhen de (istemeyerek) olsa desteklemek, Erdoğan’ın önünü kesmeye çalışmak demektir…
Özdeyişte de belirtildiği gibi “Öfke ile kalkan zararla oturur…”
Durumuna düşmeyelim…
Birlikten güç doğar…
Diyorum…

19.06.2014
Gündüz AKGÜL
Emekli Cumhuriyet savcısı

16 Haziran 2014 Pazartesi

Doğan Kuban: Türkiye’nin Maketi: Kurtköy

İstanbul’un Kurtköy bölgesi uygarlaşmadan sanayileşen Türkiye’nin düşünsel kargaşasını fiziksel yapısında temsil eden hayal edilmesi zor bir düzensizlik, bitmemişlik ve çirkinlik, kentlileşmekte zorluk çeken kırsal kültür ortamında ithal edilen her ürünün yozlaşmasına, ya da yoz kullanılışına tanık oluyor. Fiziksel, davranışsal ve düşünsel yozlaşma Kurtköy’de Türkiye’yi özetliyor. Bu sanayi bölgesinde ortama uyan akıllı evler ve akıllı arabalardan çok akıllı koyunlardan söz edilebilir. Ama akıllı insanların üretmesi gereken bir uygar düzen söz konusu değil.

Doğan Kuban: Türkiye’nin Maketi: Kurtköy
İstanbul-Kocaeli sınırında Kurtköy adı verilen bu plansız sanayi bölgesine E5 kapalı olduğu için girmek şanssızlığına uğradık ve bu planlanmamış, yolu, kaldırımı, oto parkı belli olmayan kargaşayı görmek talihsizliğine uğradık. Eğitimde, politikada, ekonomide ve trafikte olan düzensizliğin bir paralelini, insana dilini yutturacak bu kent kargaşasında gördüm. Burasını gören Türkiye de hiçbir şeyin, hiçbir kentsel yapılaşmanın planlı, uygar olduğunu savunamaz.

Bundan olasılıkla otuz yıl önce hiçbir insan yapısı olmayan bir boş toprak parçasında bir plan olduğunu gösteren bir şey yok. Eğer varsa daha da fena. İki yapıyı bir düz çizgiye koymamış, basit bir yol planı bile yapılmamış yoğun bir yapılanma. Bu sözüm ona caddelerde, birbirinin sırtına binmiş kamyonlar, buldozerler ve arabalar arasında, bir köşe başı bile yok. Hiç bir sokak adı ve numarası görmedim. Belki bir köşede vardır..

Bir yapının herhangi bir ortak kurala uyduğunu gösteren bir uygulama yok. Hiç bir yol kenarı ya da kaldırım olmayan bu arsalar üzerinde ağaç da yok. Yan yana gelen yapılar bir çöplüğe atılmış kutulara benziyor. Devasa depo, fabrika, ofis, üniversite yapıları etrafında dolaşan kamyon ve arabaların kuralsız akıp gittiği bir curcuna var. Bir park, bir meydan hatta bir dükkan sırası bile görmedik. Kurtköy’ün İstanbul’un dolayısıyla Türkiye’nin önde gelen sanayi bölgelerinden biri olduğunu düşününce, bu ülkede kent denilen kargaşanın boyutunu anlıyor, dehşete düşüyorsunuz.

Bu plansızlığın yanında bir ikinci dehşet verici bir gözlem yapmak zorundasınız: Bölgede yaşayan insanlar bir yanda, betondan köylerde sefalet çekerken, yanlarında ülkenin en büyük ticaret tesisleri ve hatta üniversiteleri var. Bu kargaşa 19.yy. sonu İngiltere’si ve 20.yy. başı Amerikasında bile yoktu. En azından yol yapmasını biliyorlardı.

ÖLÜMCÜL HASTALIK ALARMI
Bu manzara Karaçi’de ve Lagos’ta var. Ama uygar dünyada artık kalmadı. Komünist Rusya 1945’ten sonra tek bir üretim ünitesine bağlı 4050 bin kişilik kentler yapmıştı. Kazakistan’da örneklerini görmüştüm. Bütün Rusya’ya hizmet eden (ekonomik olarak tartışılabilir) bu kentler çok iyi planlanmış geniş caddeler, meydanlar, parklar spor alanları, 3 katı geçmeyen resmi binalar, 2 katı geçmeyen bahçeli evlerden oluşuyordu. Elektrik, sıcak suyu bedava, kirası çok ucuz işçi evleriydi. Banyolarında yıkanmak için havuz vardı. 1950’lerde planlanan o kentlerle Kurtköy’ü karşılaştırınca, böyle bir yapılaşma örneği veren Türkiye’nin düşünsel kapasitesinden büyük kuşku duydum. Bu bir alarmdı.

Bu mahallede tek bir sokak adı ve yön gösteren tabela görmeden yarım saat dönüp durduk. Bu kentler için ölümcül bir hastalık alarmıdır.

Kurtköy Türkiye Kaos’unun küçük bir modelidir. Yaşıyor. Bu düzensizlikle nasıl bir ekonomik performans gösteriyor? Enerjiyi nereye sarf ediyor? Çirkinliği, kargaşası ile yaşamı nasıl etkiliyor? Yaşam kalitesini nasıl düşürüyor? Bunları saptamak olanaksız. Ama burada ortaya çıkmış düşünce ve disiplin zaafının günlük yaşamı tahrip eden etkilerini her gün izliyoruz.

Buna karşı duyarsız kalabalıklar umutsuzluk verici. Bu insanlar ülkenin entelektüel olarak dünyadan dışlanmış duygusu veriyor. Düşününce günümüz dünyasında bu soyutlanmanın olanaksız olduğunu, fakat var olduğunu sandığınız iletişim sömürü amaçlı olduğunu düşünebiliyorsunuz. Umutsuzluk varsa dünya ile vardır. Yok olacaksak dünya ile birlikte olacağız.

Kurtköy yollarında nasıl yaşadıklarını tahmin edemediğim hâlâ köylü kılıklı fakir kadınlar vardı. Eski Hisar’a gelirken vapurda gördüğümüz beyaz serpuşlu genç din adamının söylediklerini arabanın şoföründen dinledim. Güler yüzlü konuşkan vatandaş önce konuşmaya çalıştığı yolculara namazını camide kılmayanın ‘kâfir’ olduğunu söylüyormuş. Bu vaaz’dan sonra da kendisini arabalarına alıp alamayacaklarını soruyormuş. Yanlış vaazı karşılıksız vermiyor.

Büyük depolar, fabrikalar, üniversiteler, fakir köylü kadınlar, tozlu kaldırımsız yollar ve sizin neden kâfir olduğunuzu söyleyen bir din (!) adamı. Bu tabloyu binlerce kez büyütürseniz, gelişmiş Türkiye (?) oluyor! Bu şaka değil. Bilgisayarlarda uçuşan tweetler, alaylar ve karikatürler bunun yanında bir şey değildir. Bu kargaşa düzen hiç bilmeyenlerde bir tüketim isteği bile yaratıyor.

İSLAMIN GELECEK İÇİN SESİ HÂLÂ ÇIKMIYOR
Oysa bu beton yığınları kent denince akla gelen her düzenlemenin tersidir. Kontrolsüz bir insanlık dışı sömürünün ve gelişmemişliğin ifadesidir. Bu düzensizlik ekonomiye vurulmuş bir boyunduruktur. Plansızlık, kötü ulaşım, kötü işlev kötü çevre koşulları, çirkinlik ekonomik zararı umulmadık boyutlara taşıyor. Performans hesabı bilimsel bir çalışma ister.

Bunun gerçekleşmesi sağlıklı bir yerleşme planından başlar. Oysa hesabı yapılan sadece kâr hesabıdır. O da tekelleşmeye, reklama, hükümet desteğine ve tesadüfe bağlıdır. Kurtköy’de gösteriş, büyük boyut yapı tasarımını yönlendiriyor. Boş arsalara gökten taş yağmış gibi. ‘Ben de varım!’ diye bağıranlar sanki miting yapıyor.

Bu bir sürekli tüketim arzusu gösterisidir. Biz Pakistan, Nijerya ve Kuzey Kore karışımı bir sistemi seçersek kim karışacak? Dostlarımız (!) çaktırmadan şerefimize kadeh kaldırıyorlardır.

Cahil toplumun vurdumduymazlığı ülkeyi batıracak bir hastalıktır. İnsanın aklına garip çağrışımlar geliyor. Geçenlerde olağanüstü bir Güney Afrikalı soprano Kimi Scotta çok sevilen bir şarkı söylüyordu. ‘My African Dream: There is a new tomorrow’.

Afrika’nın rüyası yeni bir gelecek! İslam’ın gelecek için sesi hâlâ çıkmıyor. Benim kuşağımın utanç ve üzüntüden yok olması gerek! diye düşündüm.

 Doğan Kuban/Bilim Teknoloji/Cumhuriyet